“Beyaz körlük salgını”1 biteli dört yıl olmuştu Saramago’nun adı bilinmeyen kentinde.
İnsanlar “görmeye” 2 başlamış, toplumsal yaşamı altüst eden o korkunç günler unutulmasa da hatırlanmaz olmuştu.
O gün belediye seçimi vardı.
Sandıklar kurulmuş; sağ, merkez ve sol partiye ait oy pusulalarıyla birlikte beyaz oy pusulaları da özenle yerlerine konulmuştu. İş sadece seçmenlerin oy kullanmasına kalmıştı.
İktidar sahipleri halkın şaşmaz sağduyusuna övgüler düzecekleri konuşmayı yapmak için akşam saatlerini iple çekiyorlardı ama bir sorun vardı.
İki gündür aralıksız devam eden sağanak yağmur sokakları bir “su çölü”ne çevirmişti. Sandık görevlileri dahi güçlükle ulaşmışlardı seçim bürolarına. Birkaç kişi dışında oy vermeye gelen yoktu. Yöneticiler endişelenmeye başlamışlardı.
Saat üç buçukta yağmur birdenbire kesildi ve seçmenler sözleşmişçesine saat dörtte sandık başlarına akın ettiler. Hükümet yetkilileri keyiflenmişti. Akşam saatlerinde oy sayımı tamamlandığındaysa o keyif yerini büyük bir şaşkınlığa bıraktı. Seçmenlerin yüzde 70’i sandığa beyaz oy pusulasını atmışlardı.
Siyasal erk hiç memnun olmamıştı bu sonuçtan. Ne demekti boş oy…
Olumsuz hava koşulları bahane edilerek seçimin bir sonraki pazar tekrarlanmasına karar verildi. Bu kez pırıl pırıl bir hava vardı. Seçmenler sabahın erken saatlerinden itibaren uzun kuyruklarda sabırla bekledikten sonra oylarını kullandılar.
Ancak sandıktan çok daha vahim bir sonuç çıktı.
Yüzde 83 boş oy!..
Artık bu kadarı da fazlaydı.
Devlet “binlerce kişi arasındaki bu davranış çakışması”nı demokratik düzene bir saldırı olarak değerlendirdi. Bu “bozguncular, “teröristler” kimlerdi?
“Yolunu şaşırmış olan sürüyü yakalayıp ağıla koymak”tan başka çare kalmamıştı artık. Hemen olağanüstü hal ilan edildi. Soruşturmalar, yasaklar, baskılar ve şiddet ardı ardına geldi. Ancak boş oy kullanmanın yasal bir hak olduğunun bilincinde olan yurttaşlar geri adım atmadılar.
Çünkü artık “görmek”teydiler!
Siyasi erkin kendilerine dayattığı adaylara oy vermek zorunda olmadıklarını, önlerine konulan sandığın, seçimlere indirgenmiş temsili demokrasi oyununun bir aracı olduğunu ve özgür bir yaşam özlemlerinin ancak otoriteye karşı birlikte hareket ettiklerinde gerçekleşebileceğini anlamışlardı.
“Görmek” tek başına yeterli değildi, örgütlenmek de gerekliydi.
Saramago’nun “Görmek” romanı; 2007’den bu yana on beş seçim geçirmiş olan Türkiye’nin, her seçimle birlikte neden daha despotik bir ülkeye dönüştüğü sorusunun cevabıdır.
Üzerinden on bir yıl geçmiş olmasına rağmen Gezi’nin barışçıl direnişçilerine karşı iktidarın hiç eksilmeyen hıncından da biliyoruz ki, bilinçli halk kitlelerinin örgütlülüğü faşizmin korktuğu tek güçtür.
31 Mart seçiminde; artık anayasayı dahi tanımayan AKP-MHP ittifakını ülkenin her yerinde yenilgiye uğratmak için bu güç oluşturulmalıdır.
Eğer “ideal demokrasi”nin olduğu özgür bir ülkede yaşamak istiyorsak…
-
Saramago J. Körlük. 1995.
-
Saramago J. Görmek. 2004.